22 Aralık 2010 Çarşamba
17 Aralık 2010 Cuma
Utanmadan İddia Ediyorum!
Kediler ve Kitaplar'dan alınmış, benimse atlasinyuku.blogspot.com'dan okuyup (sevdiğim bir blog olur kendileri) bloguma adapte ettiğim, kendime uyarladığım bir liste bu. Okuyunca nedense soruları cevaplayıp, sinema tercihlerine değer verilen, sanat sever bir "celebrity" gibi hissetme isteği hasıl oldu bünyemde. İşte kendi kendime yapmış bulunduğum şizofrenik ropörtajım;
Geçen yıl gördüğünüz en iyi film:
50 Dead Men Walking, Precious , Zeki Demirkubuz'un Kıskanmak filmi ve This Is England hariküladeydi.
En hafife alınmış film:
The Educators, Prozac Nation (Christina Ricci'nin hatırına)
En şişirilmiş film:
Twilight serisi,Inception, 500 Days Of Summer ha bir de The Curious Case Of Benjamin Button
Sizi gerçekten mutlu eden film:
Forrest Gump, Jeux D'enfants, Amelie, School Of Rock, 2 Days In Paris, L'Auberge Espagnole
Sizi hüzünlendiren film:
Das Wilde Leben, The Doors, Breathless, Good Bye Lenin, Little Miss Sunshine,In The Mood For Love
En çarpıcı, en afallatıcı sona sahip film:
Old Boy, Auf Der Anderen Seite, Mulholland Dr.
En sevdiğiniz aşk hikayesini barındıran film?
Walk The Line’daki çilekeş aşkı çok etkileyici bulsam da Selvi Boylum Al Yazmalım derim her daim.
Defalarca izlediğiniz film:
Volver, Stalker, Dead Poets Society, Into The Wild, Back To The Future serisi ve daha bir sürüsü...
Klâsiklerden en sevdiğiniz film:
Engin bir kültürüm olmada da bu hususta, verdiği masalsı hisle Les Enfants Du Paradis derim herhalde. Modern Times falan zaten söylemeye gerek yok...
Nefret ettiğiniz film:
Twilight kesinlikle başta gelmek üzere, Harry Potter ve muadilleri bir de şu dozajı çoktan kaçan Scary Movie ayarındaki filmler. "Teen Slasher" filmlerden hiç bahsetmiyorum, azalarak bitsin temennisinde bulunuyorum sadece!
Gizli gizli sevdiğiniz film:
Rocky IV...! Bokstan zerre anlamam, Stallone'ye pek düşkün olduğum söylenemez, lakin filmdeki o bitmeyen gaz havası ve muazzam müzikler beni benden almıştır gizli gizli. (Not: Tabikii US sempatizanı değilim, benim olayım tamamen "gaz":))
Kimsenin sevmenizi beklememesi gereken filmler:
Bol aksiyonlu milyar dolarlık Hollywood yapımları. Örnek:Speed, The Matrix ve sair.... Ayrıca Sandra Bullock'un oynadığı her filmden de mümkün mertebe kaçınırım.
Kendinize en yakın hissettiğiniz film karakteri:
Dengesizliği ile meşhur "Sophie Kowalsky". Pek severim kendisini, adeta kardeşim gibi:)
Sizi hayalkırıklığına uğratmış film:
500 Days Of Summer Zooey Deschanel hariç çok sıradandı, Alice In Wonderland'den hiç bahsetmeyeyim bile zira bir sene bekledikten sonra güzel kapak olmuştu.
En sevdiğiniz korku filmi:
Bilmem bu kategoriye sokabilir miyiz bilmem, gerilim kategorisine daha bi girer gibi ama The Shining derim.
Favori oyuncunuzun en sevdiğiniz filmi:
Javier Bardem sanırım. (Bkz: Latino Lover:)) Mondays In The Sun'da pek bir hoş değil miydi zat-ı şahaneleri?
Merakla beklediğiniz film:
Birinci sırada kesinlikle Black Swan gelir ama Copie Conforme'yi de merak etmiyor değilim hani, Juliette Binoche ablamız söz konusu olunca.
Geçen yıl gördüğünüz en iyi film:
50 Dead Men Walking, Precious , Zeki Demirkubuz'un Kıskanmak filmi ve This Is England hariküladeydi.
En hafife alınmış film:
The Educators, Prozac Nation (Christina Ricci'nin hatırına)
En şişirilmiş film:
Twilight serisi,Inception, 500 Days Of Summer ha bir de The Curious Case Of Benjamin Button
Sizi gerçekten mutlu eden film:
Forrest Gump, Jeux D'enfants, Amelie, School Of Rock, 2 Days In Paris, L'Auberge Espagnole
Sizi hüzünlendiren film:
Das Wilde Leben, The Doors, Breathless, Good Bye Lenin, Little Miss Sunshine,In The Mood For Love
En çarpıcı, en afallatıcı sona sahip film:
Old Boy, Auf Der Anderen Seite, Mulholland Dr.
En sevdiğiniz aşk hikayesini barındıran film?
Walk The Line’daki çilekeş aşkı çok etkileyici bulsam da Selvi Boylum Al Yazmalım derim her daim.
Defalarca izlediğiniz film:
Volver, Stalker, Dead Poets Society, Into The Wild, Back To The Future serisi ve daha bir sürüsü...
Klâsiklerden en sevdiğiniz film:
Engin bir kültürüm olmada da bu hususta, verdiği masalsı hisle Les Enfants Du Paradis derim herhalde. Modern Times falan zaten söylemeye gerek yok...
Nefret ettiğiniz film:
Twilight kesinlikle başta gelmek üzere, Harry Potter ve muadilleri bir de şu dozajı çoktan kaçan Scary Movie ayarındaki filmler. "Teen Slasher" filmlerden hiç bahsetmiyorum, azalarak bitsin temennisinde bulunuyorum sadece!
Gizli gizli sevdiğiniz film:
Rocky IV...! Bokstan zerre anlamam, Stallone'ye pek düşkün olduğum söylenemez, lakin filmdeki o bitmeyen gaz havası ve muazzam müzikler beni benden almıştır gizli gizli. (Not: Tabikii US sempatizanı değilim, benim olayım tamamen "gaz":))
Kimsenin sevmenizi beklememesi gereken filmler:
Bol aksiyonlu milyar dolarlık Hollywood yapımları. Örnek:Speed, The Matrix ve sair.... Ayrıca Sandra Bullock'un oynadığı her filmden de mümkün mertebe kaçınırım.
Kendinize en yakın hissettiğiniz film karakteri:
Dengesizliği ile meşhur "Sophie Kowalsky". Pek severim kendisini, adeta kardeşim gibi:)
Sizi hayalkırıklığına uğratmış film:
500 Days Of Summer Zooey Deschanel hariç çok sıradandı, Alice In Wonderland'den hiç bahsetmeyeyim bile zira bir sene bekledikten sonra güzel kapak olmuştu.
En sevdiğiniz korku filmi:
Bilmem bu kategoriye sokabilir miyiz bilmem, gerilim kategorisine daha bi girer gibi ama The Shining derim.
Favori oyuncunuzun en sevdiğiniz filmi:
Javier Bardem sanırım. (Bkz: Latino Lover:)) Mondays In The Sun'da pek bir hoş değil miydi zat-ı şahaneleri?
Merakla beklediğiniz film:
Birinci sırada kesinlikle Black Swan gelir ama Copie Conforme'yi de merak etmiyor değilim hani, Juliette Binoche ablamız söz konusu olunca.
16 Aralık 2010 Perşembe
"Aynı fikirde değil de aynı histe gibiyiz."
"Mutabık mıyız?" diye sordu, her zamanki keskin ve net sesiyle. Bütün gününü birileriyle "mutabık kalmaya çalışmak" da bir biçimde mutabık kalınamayanlarla savaşarak harcadığından mıdır nedir takıntı haline gelmişti bu tip sorular.
Oysa "Anlaşabildik mi?" diye karşılık verdi " O " ; güzel sesiyle. Arada ne çok fark vardı, anlaşabilmek daha iyileştirici bir sözcüktü tartışmasız. "Anlaşabildik canım." cevabını verirken O'na, içinin ta dibinden gelen gülümsemeyi bastıramıyordu.
İnsanlar da böyledir zaten. Kendi hazırladığı zeminde, hayatın da katkıda bulunduğu kurallar zincirine sadık kalarak mecburen uzlaşanlar, öte yandan karakterinin sivri köşelerinin Tanrısal bir güçle yumuşatıldığına inandığım "Anlaşmak" sözcüğünü hakkını vererek yaşayanlar...
Mutabık kalmasa da fikren anlaşamamış da olsalar, başka şeyler vardı. Başka şeyler ki onları birleştiren, bütün eden, tam kılan, eşine az rastlanır şeyler...
Müstakbel hikayelerin başlangıcı, evvelin sonlanması...
Bu da bir başka öykünün konusu...
Come away with me.... |
Oysa "Anlaşabildik mi?" diye karşılık verdi " O " ; güzel sesiyle. Arada ne çok fark vardı, anlaşabilmek daha iyileştirici bir sözcüktü tartışmasız. "Anlaşabildik canım." cevabını verirken O'na, içinin ta dibinden gelen gülümsemeyi bastıramıyordu.
İnsanlar da böyledir zaten. Kendi hazırladığı zeminde, hayatın da katkıda bulunduğu kurallar zincirine sadık kalarak mecburen uzlaşanlar, öte yandan karakterinin sivri köşelerinin Tanrısal bir güçle yumuşatıldığına inandığım "Anlaşmak" sözcüğünü hakkını vererek yaşayanlar...
Mutabık kalmasa da fikren anlaşamamış da olsalar, başka şeyler vardı. Başka şeyler ki onları birleştiren, bütün eden, tam kılan, eşine az rastlanır şeyler...
Müstakbel hikayelerin başlangıcı, evvelin sonlanması...
Bu da bir başka öykünün konusu...
13 Aralık 2010 Pazartesi
Evet "Yafta"lıyorum.Hem De Kendimi !
Yaşlandıkça "hava" konulu konuşmalarında artış gözlemlenen, adeta "gönüllü meteorolog" olup ahkam üstüne ahkam kesen, tahminlerinin tutmasını gururla izleyen orta yaşlı zat-ı şahanelerden bahsetmek istiyorum şiddetle.
"Bu hava kesin kar topluyor"cular bu sezon oldukça revaçta. Öğle tatillerinde oturdukları kalabalık masalarda, çorbalarını hüpürdetirken masadaki arkadaşların dikkatini toplamaya görsünler, o zaman değmeyin keyiflerine.
Son bir kaç sezonun istikrarla yükselen trendi ise "İklimlerin bile dengesi bozuldu"cular. Bu örgüt işin sosyal yanına daha vakıf gibi görünüp, konuşmalarını "küresel ısınma", "sera etkisi", "ozon tabakası" gibi sair terimlerle zenginleştirirler ve bu da toplanan dikkat katsayısını ciddi oranda etkiler.
Yukarıdaki sınıflandırmanın bilimsel bir gerçekliği var mı? Elbette yok. (Kaynak; 25 yaşını bitirmek üzere olan genç bir kadının, 26 rakamından deliler gibi korkmasının vermiş olduğu "Öz eleştiri" eğilimi.)
Evet son 3 gündür, hatırımı soranlara havadan bahsedip şikayet ediyorum. Demem o ki; yukarıda bahsettiğim iki örgütün üyesi olmasam da sempatizanı olmuşum da haberim yokmuş! "Daha daha nasılsınız?" faslına da geçmezsek iyidir...
Gel bakalım "25", az kaldı seni de arşive kaldırıyoruz...
"Bu hava kesin kar topluyor"cular bu sezon oldukça revaçta. Öğle tatillerinde oturdukları kalabalık masalarda, çorbalarını hüpürdetirken masadaki arkadaşların dikkatini toplamaya görsünler, o zaman değmeyin keyiflerine.
Son bir kaç sezonun istikrarla yükselen trendi ise "İklimlerin bile dengesi bozuldu"cular. Bu örgüt işin sosyal yanına daha vakıf gibi görünüp, konuşmalarını "küresel ısınma", "sera etkisi", "ozon tabakası" gibi sair terimlerle zenginleştirirler ve bu da toplanan dikkat katsayısını ciddi oranda etkiler.
Yukarıdaki sınıflandırmanın bilimsel bir gerçekliği var mı? Elbette yok. (Kaynak; 25 yaşını bitirmek üzere olan genç bir kadının, 26 rakamından deliler gibi korkmasının vermiş olduğu "Öz eleştiri" eğilimi.)
![]() |
Sıkıntı |
Gel bakalım "25", az kaldı seni de arşive kaldırıyoruz...
6 Aralık 2010 Pazartesi
25 Kasım 2010 Perşembe
Afaki Şeyler. Kat'i Hisler.
İsmi cismi yok... Toz bulutu gibi, ama akışkan. İnsanın derinine akıyor. Filmlerde gördüğüm yanardağ patlaması sahnelerindeki dehşet duygusunu şimdi anlıyorum. Benden içeri akanlar, tam da o irili ufaklı lav nehirlerine benziyor.
Kendi kendime ettiğim her kelime yerini bulmadan, içimin duvarlarına çarpıp bana geri dönüyor. Kendimi ifade etmek için devre dışı bıraktığım o "duvar" o set, kalkan ya da her neyse yine bütün heybetiyle orada duruyor .Ve yükseldikçe yükseliyor.
"İnsan hata yapar" derler, "Hata yapmadan öğrenilmez" de derler hatta. Her münferit konuda yılmadan, çocuklar gibi hata yapmak ise bu engin hoşgörünün tipik bir istisnasıdır çoğu zaman.
Benim hatalarım çocukça.Arsızca. Laftan anlamam ben. Hissettiğimi anlarım bir tek. Laflara karnım tok. Kelimeleri severim fakat, bu ara fazlası hazımsızlık yapıyor.
Anlasana "laftan anlamayan bir çocuğum" ben! Sabrını, hoşgörünü, bitmeyen enerjini içten içe kıskanıp bazen göz diken bazen de buruk bir özlem duyanım...
Hayat şımartmaktan imtina ettiği için olsa gerek, kendi kendini şımartmış aptal bir kız çocuğuyum ben!
İlk defa çok fazla kan görmüş,özür dilemeyi öğrenmiş, tevazunun hikmetini farketmiş, aceleyle yaşayıp yakıp yıkmayacak olanım...Ve aynaya baktığımda mor gözlerim, donuk bakışlarım haricinde gördüklerim şunlardan ibaret;
"Daha az aptal" ve "daha iyi" bir insan olmaya çalışıyorum hayatımın ilk çeyreği biterken...
Sensiz nasıl olur ki? Boşuna kafa yorma. Olmaz!
Şarkıda dediği gibi "afaki" değilim, gayet iyi biliyorum "niye"leri...Kat'i olarak hem de.
Ayrıca kahvaltının "anlamsız" olması için insanın önce kahvaltı yapması gerekir değil mi?
Hem kedileri bile seviyorum artık..! Sen hayatıma girdin beri çok daha az çikolata tüketiyorum...
Var gerisini sen düşün artık.....
Dipnot :"Aşk bir dengesizlik işi,Dengeye dönüşendir sevgi." demiş. Ne de güzel demiş...
Kendi kendime ettiğim her kelime yerini bulmadan, içimin duvarlarına çarpıp bana geri dönüyor. Kendimi ifade etmek için devre dışı bıraktığım o "duvar" o set, kalkan ya da her neyse yine bütün heybetiyle orada duruyor .Ve yükseldikçe yükseliyor.
"İnsan hata yapar" derler, "Hata yapmadan öğrenilmez" de derler hatta. Her münferit konuda yılmadan, çocuklar gibi hata yapmak ise bu engin hoşgörünün tipik bir istisnasıdır çoğu zaman.
Benim hatalarım çocukça.Arsızca. Laftan anlamam ben. Hissettiğimi anlarım bir tek. Laflara karnım tok. Kelimeleri severim fakat, bu ara fazlası hazımsızlık yapıyor.
Anlasana "laftan anlamayan bir çocuğum" ben! Sabrını, hoşgörünü, bitmeyen enerjini içten içe kıskanıp bazen göz diken bazen de buruk bir özlem duyanım...
Hayat şımartmaktan imtina ettiği için olsa gerek, kendi kendini şımartmış aptal bir kız çocuğuyum ben!
İlk defa çok fazla kan görmüş,özür dilemeyi öğrenmiş, tevazunun hikmetini farketmiş, aceleyle yaşayıp yakıp yıkmayacak olanım...Ve aynaya baktığımda mor gözlerim, donuk bakışlarım haricinde gördüklerim şunlardan ibaret;
"Daha az aptal" ve "daha iyi" bir insan olmaya çalışıyorum hayatımın ilk çeyreği biterken...
Sensiz nasıl olur ki? Boşuna kafa yorma. Olmaz!
Şarkıda dediği gibi "afaki" değilim, gayet iyi biliyorum "niye"leri...Kat'i olarak hem de.
Ayrıca kahvaltının "anlamsız" olması için insanın önce kahvaltı yapması gerekir değil mi?
Hem kedileri bile seviyorum artık..! Sen hayatıma girdin beri çok daha az çikolata tüketiyorum...
Var gerisini sen düşün artık.....
Dipnot :"Aşk bir dengesizlik işi,Dengeye dönüşendir sevgi." demiş. Ne de güzel demiş...
3 Kasım 2010 Çarşamba
Kibir.
İnsanların diğerlerinden hep "aynı", "ilk günkü gibi" kalmalarını beklemeleri ne büyük cüret!
Oysa biz değil miydik değişime direnemeyeceğimizden dem vuran? Biz değil miydik "eskimemek" eşyanın tabiatına aykırıdır diyen?
Gerçekçilik etiketinden taviz vermiyor gibi görünsen de, "kibir denen melanet yanıma bile yaklaşamaz" desen de, kamil insan olsan da kimilerine göre; sen de aynı hadsizliği yapıyorsun işte!
Üstümden sayısız sel geçip aşındırsa da en körpe, en naif yerlerimi sen yine "eski" beni bekliyorsun hafifçe sırtını yasladığın koltuğunda... Gelmemi bekliyor, bir yandan iktidarını,hükmünü sorguluyorsun..
Öncesi de sonrası da gözyaşı,eksiklik,dipsiz bir yalnızlık..İşte bunları hesaba katamıyorsun!
28 Ekim 2010 Perşembe
"Aşk Tesadüfleri Sever"miş!
"Özlemiş olabilir misin acaba beni?
Ya da zihninin tek bir hücresini dahi meşgul etmediğim bir dizi günün ardından,yüzünde onlarca flaş patlıyormuş gibi yüzümü görmeye başladığın sabahlara uyanıyor olabilir misin ansızın?
Bence olabilirsin.Kendimden biliyorum. Olabilirsin."
Ultra dandik filmlerde, romanlarda görmeye alışkın olduğum türden klişeler vücut bulmaya başlıyorsa ardı sıra , bilinmeli ki ters giden bir şeyler o var o hayatta.O denli saçma tesadüfler düşüveriyorsa insanın kucağına ben artık korkmaya başlarım o hayattan..!
Uzun lafın kısası; "Aşk Tedadüfleri Sever" demişler. Halt etmişler!
Ya da zihninin tek bir hücresini dahi meşgul etmediğim bir dizi günün ardından,yüzünde onlarca flaş patlıyormuş gibi yüzümü görmeye başladığın sabahlara uyanıyor olabilir misin ansızın?
Bence olabilirsin.Kendimden biliyorum. Olabilirsin."
Ultra dandik filmlerde, romanlarda görmeye alışkın olduğum türden klişeler vücut bulmaya başlıyorsa ardı sıra , bilinmeli ki ters giden bir şeyler o var o hayatta.O denli saçma tesadüfler düşüveriyorsa insanın kucağına ben artık korkmaya başlarım o hayattan..!
Uzun lafın kısası; "Aşk Tedadüfleri Sever" demişler. Halt etmişler!
"BİR KADIN BİR ERKEĞİ TERK ETMESEYDİ BLUES DOĞMAZDI"
Diyor anonim bir söz...
18 Ekim 2010 Pazartesi
İvoluğşın.
Nedir bu ara bendeki bu önlenemez takdir edilme, onaylanma isteği? Ne oldu "Umrumda değil kimse","Ben inandığımı yaparım"lara?
Ne oldu söyleyeyim: YALAN OLDU!
Başına buyruk, hatta bildiğinden şaşmamak adına yaptığı inatlaşmalardan zarar gören dişi kişisi bendeniz artık icraatlerinden ötürü kabul görmek ister olmuş meğer ... (Kaynak: Kişisel Sosyal Psikoloji Derslerim No:1)
Hayırlısı olsun diyor, evrim sürecimin bir sonraki halkası ne olacak diye gergin bir bekleyişe giriyorum....
Haklıyım değil mi?!!!
Ne oldu söyleyeyim: YALAN OLDU!
Başına buyruk, hatta bildiğinden şaşmamak adına yaptığı inatlaşmalardan zarar gören dişi kişisi bendeniz artık icraatlerinden ötürü kabul görmek ister olmuş meğer ... (Kaynak: Kişisel Sosyal Psikoloji Derslerim No:1)
Hayırlısı olsun diyor, evrim sürecimin bir sonraki halkası ne olacak diye gergin bir bekleyişe giriyorum....
Haklıyım değil mi?!!!
5 Ekim 2010 Salı
Seni Uzaktan Sevmek Aşkların Ennnn Güzeli...
....Şeklinde başlayıp arsızca "alıştım hasretine gel desen gelemem ki" diye ilerleyen şarkı minvalinde bir film izledim geçenlerde.
Uluslararası jargonda(!) "Long Distance Relationship" diye de tabir edilen çağımızın vebası,kariyer kurbanı körpe gençlerin kabusu Uzun Mesafeli İlişki Sendromunu,önce yere göğe sığdıramayıp akabinde de aynı "yer"den yere vuruyor mevzubahis film.
Efenim kızımız (Drew Barrymore) eski ilişkisinden mütevellit hayatından feragat etmiş,er kişinin ardından sürüklenirken hayallerinden vazgeçmiş bir şahıs iken oğlumuz (Justin Long) klasik 20'li yaşların sonundaki erkek prototipine(Ülkemizde de bolca bulunan;konuyla ilgili etiketler:bekarlık,tuhaf ev arkadaşı,berbat patron,one night stand,playstation,biraver :)) harfiyen riayet etmekte.Bu çok da derinliği olmayan iki karakterin karşılaşması da yine çok derinliği olmayan biçimde gerçekleşiyor ve sonuçta ortaya eğlenceli bir seyirlik (Going The Distance) çıkıyor.
Filmden geriye aklımda şu sorular kalmakta..
**Gözden ıraklık ile gönülden ıraklık arasındaki korelasyon nedir?
**Heyecanın fazlası bünyeye zararlı mıdır?
**Drew ablamız genetiğine ve kullandığı muhtemel anti eycing ürünlerine rağmen bu kadar çöktü ise bizim halimiz nice olur?
**Spoiler içerir:6 ay hiç görüşülmemiş long distıns rileyşınşipi görür görmez öpmek caiz midir?
**Film eleştirisi yapıyorum ayağına bloglara dert anlatmak çok mu psikopatolojiktir?
Uluslararası jargonda(!) "Long Distance Relationship" diye de tabir edilen çağımızın vebası,kariyer kurbanı körpe gençlerin kabusu Uzun Mesafeli İlişki Sendromunu,önce yere göğe sığdıramayıp akabinde de aynı "yer"den yere vuruyor mevzubahis film.
Efenim kızımız (Drew Barrymore) eski ilişkisinden mütevellit hayatından feragat etmiş,er kişinin ardından sürüklenirken hayallerinden vazgeçmiş bir şahıs iken oğlumuz (Justin Long) klasik 20'li yaşların sonundaki erkek prototipine(Ülkemizde de bolca bulunan;konuyla ilgili etiketler:bekarlık,tuhaf ev arkadaşı,berbat patron,one night stand,playstation,biraver :)) harfiyen riayet etmekte.Bu çok da derinliği olmayan iki karakterin karşılaşması da yine çok derinliği olmayan biçimde gerçekleşiyor ve sonuçta ortaya eğlenceli bir seyirlik (Going The Distance) çıkıyor.
Filmden geriye aklımda şu sorular kalmakta..
**Gözden ıraklık ile gönülden ıraklık arasındaki korelasyon nedir?
**Heyecanın fazlası bünyeye zararlı mıdır?
**Drew ablamız genetiğine ve kullandığı muhtemel anti eycing ürünlerine rağmen bu kadar çöktü ise bizim halimiz nice olur?
**Spoiler içerir:6 ay hiç görüşülmemiş long distıns rileyşınşipi görür görmez öpmek caiz midir?
**Film eleştirisi yapıyorum ayağına bloglara dert anlatmak çok mu psikopatolojiktir?
8 Haziran 2010 Salı
Unutmamak erken ölüm nedenidir.
Bu yüzden olacak ki; belleğin sınırları,"iki düşman ülke" nin sınırları gibi koyu kalemlerle çizilmiş.
Bu yüzden olacak ki; "unutmamak" ile "delirmek" arasındaki korelasyon ürkütücü.
Bu yüzden olacak ki; insan,sonsuz bir "yenilenebilirlik" yetisine haiz kılınmış.
Ve demek ki ölümümde "Kusursuz sorumluluğum" söz konusu olacakmış...
Bu yüzden olacak ki; "unutmamak" ile "delirmek" arasındaki korelasyon ürkütücü.
Bu yüzden olacak ki; insan,sonsuz bir "yenilenebilirlik" yetisine haiz kılınmış.
Ve demek ki ölümümde "Kusursuz sorumluluğum" söz konusu olacakmış...
8 Nisan 2010 Perşembe
Delik Deşik
Kirpi gibisin çocuk
Her tarafın diken
Kim elini uzatsa
Delik deşik
Üstelik sen de kan içindesin...
Attilâ İlhan
Her tarafın diken
Kim elini uzatsa
Delik deşik
Üstelik sen de kan içindesin...
Attilâ İlhan
4 Nisan 2010 Pazar
Esaslı Tasvir
Jaluzinin boşluklarından sızan ışığı hatırlıyorum. Bir de loş ışığı ardına alıp pervasızca çalan,susmak bilmeyen müziği...
Herşey yerli yerinde fakat bir o kadar da "döke saça" yaşanıyor duygusu uyandırıyor.Bense yine nesnelerin dünyasında;detayların kokuların ülkesinde kaybolmuşçasına inceliyorum odayı gözbebeklerimi büyüterek...
Sesler var bu evde.Bolca hem de.Şiirler,"olmak istenenler" var.Korkular var. Perdelenmiş,gün yüzü görmemiş endişeler...
Kadim dostlarla ve yahut aileyle oturulmuş mükellef bir rakı sofrasının vaad ettiği güveni asla vaad etmeyen,şüphe ve şaibenin daima kolkola gezdiği ama insanı kucaklamaktan da imtina etmeyen kusursuz bir yalancı bu ev...
Zamanın bir yerinde asılı kalmış,benzerliklerin,özlenen yeri dolmayan anların iz düşümlerine sarılmış iki ruhun,sonunu bile bilze izledikleri dramatik bir müzikalin sahnesi,oditoryumu...
Söyledim ya;muazzam bir üç kağıtçı,profesyonel bir yalancı bu ev...
Dudakları alev alev,sözleri tuzak kusursuz bir fahişe...
Her dokunuşunda bir parçamı daha alıp götüreceğinden emin olduğum halde çekimine kapılmaktan vazgeçmediğim...
Herşey yerli yerinde fakat bir o kadar da "döke saça" yaşanıyor duygusu uyandırıyor.Bense yine nesnelerin dünyasında;detayların kokuların ülkesinde kaybolmuşçasına inceliyorum odayı gözbebeklerimi büyüterek...
Sesler var bu evde.Bolca hem de.Şiirler,"olmak istenenler" var.Korkular var. Perdelenmiş,gün yüzü görmemiş endişeler...
Kadim dostlarla ve yahut aileyle oturulmuş mükellef bir rakı sofrasının vaad ettiği güveni asla vaad etmeyen,şüphe ve şaibenin daima kolkola gezdiği ama insanı kucaklamaktan da imtina etmeyen kusursuz bir yalancı bu ev...
Zamanın bir yerinde asılı kalmış,benzerliklerin,özlenen yeri dolmayan anların iz düşümlerine sarılmış iki ruhun,sonunu bile bilze izledikleri dramatik bir müzikalin sahnesi,oditoryumu...
Söyledim ya;muazzam bir üç kağıtçı,profesyonel bir yalancı bu ev...
Dudakları alev alev,sözleri tuzak kusursuz bir fahişe...
Her dokunuşunda bir parçamı daha alıp götüreceğinden emin olduğum halde çekimine kapılmaktan vazgeçmediğim...
26 Mart 2010 Cuma
Sanrı.
Yaşadığın bir sanrıdan ötesi değil aslında biliyosun değil mi? Ya da dur! Bilmiyorsun..Bilseydin eğer,sana asla veremeyeceklerimi istemezdin benden.Nerden mi biliyorum?Yıllarımdan,bacaklarımdaki yara izlerinden,kırık dökük anılarımdan..
Görünmez çitlerle çevrili bahçemizden çıkalı o kadar uzun zaman oldu ki.Sayamadığım onca yıl,onca adam,onca kadın,onca hikaye akıp gitti ki aramızdan..Bugünse ne zaman başımı çevirsem sol yanıma,"yok gibisin",ne zaman hatrıma getirsem seni;"çok"...
Şimdi git desem sana,gitmezsin de bilirim.Sineye çeker tavrımı,oturur bir köşede isminle müsemma sabrınla beklersin.
Beklersin.
Görünmez çitlerle çevrili bahçemizden çıkalı o kadar uzun zaman oldu ki.Sayamadığım onca yıl,onca adam,onca kadın,onca hikaye akıp gitti ki aramızdan..Bugünse ne zaman başımı çevirsem sol yanıma,"yok gibisin",ne zaman hatrıma getirsem seni;"çok"...
Şimdi git desem sana,gitmezsin de bilirim.Sineye çeker tavrımı,oturur bir köşede isminle müsemma sabrınla beklersin.
Beklersin.
6 Mart 2010 Cumartesi
Zamanın Ruhu
Bir ay...30 gün...Bilmemkaç saat,bilmem kaç dakika..Sonra yıllar.Yaşanmışlık hatta "yaşlanmışlık"lar...
"Zamanın izafiliği" gibi soyutun da soyutu bir hal,hafif ve ılık bir rüzgar gibi geçiyor bugünlerde tenimden...Ne tuhaf;geçmeyecek sandıklarının sana gitgide yabancılaşması,evvelinden ezelinden emin olduklarının artık anı belleğine bile dahil olamayacak detaylar olarak kalmaları..Kalacak olmaları...
İlkellik midir yoksa insanoğlunun kusurlu kusursuzluğu mu bilmem ama,mizaca bir yerden yapışmış tanrısal bir lütfu keşfeder gibi tanıyorum tevekkülü...
Bu sebeptendir soru sormaktan usanmayan ben sevmez oldum artık "mi"leri "mı"ları,"neden"leri "nasıl"ları...
Şimdi kurgusu klişelerle örülmüş bir psikolojik gerilim filminde;hani şu malum "Aslında karakter şizofrenmiş" ya da "Bütün bunlar esas oğlanın sanrısıymış" dediğimiz cümlelerin noktası gibi duruyorum oturduğum yerde.Kah hayal kırıklığı,kah dehaya hayranlık,kah masum bir şaşkınlık uyandırarak...
Evet! Aslında hepsi bir rüyaydı.Ve aslolan sadece o Kadıköy vapurundaki rüzgardı.Zihnimdeki metafor ise zaten uzun zamandır belliydi ZAMANIN bir RUHU hep vardı...Mesele şu ki,ben ancak dokununca anladım...
"Zamanın izafiliği" gibi soyutun da soyutu bir hal,hafif ve ılık bir rüzgar gibi geçiyor bugünlerde tenimden...Ne tuhaf;geçmeyecek sandıklarının sana gitgide yabancılaşması,evvelinden ezelinden emin olduklarının artık anı belleğine bile dahil olamayacak detaylar olarak kalmaları..Kalacak olmaları...
İlkellik midir yoksa insanoğlunun kusurlu kusursuzluğu mu bilmem ama,mizaca bir yerden yapışmış tanrısal bir lütfu keşfeder gibi tanıyorum tevekkülü...
Bu sebeptendir soru sormaktan usanmayan ben sevmez oldum artık "mi"leri "mı"ları,"neden"leri "nasıl"ları...
Şimdi kurgusu klişelerle örülmüş bir psikolojik gerilim filminde;hani şu malum "Aslında karakter şizofrenmiş" ya da "Bütün bunlar esas oğlanın sanrısıymış" dediğimiz cümlelerin noktası gibi duruyorum oturduğum yerde.Kah hayal kırıklığı,kah dehaya hayranlık,kah masum bir şaşkınlık uyandırarak...
Evet! Aslında hepsi bir rüyaydı.Ve aslolan sadece o Kadıköy vapurundaki rüzgardı.Zihnimdeki metafor ise zaten uzun zamandır belliydi ZAMANIN bir RUHU hep vardı...Mesele şu ki,ben ancak dokununca anladım...
27 Şubat 2010 Cumartesi
Seven Ways To Escape "For Beginners"...
1.Sabahın köründe Kızılay sokaklarında sırt çantamla gezmek.
2.Uzun zamandır görülmemiş bir dostla rakı içmek.
3.Sürpriz mi emrivaki mi olduğu halen anlaşılamamış bir rastlaşmaya müteakip Fransızcadan nefret etmeye başlamak.
4.Çok alkol almak.
5.Alkol bulutuna hapsolmak.
6.Çok bağırmaktan sesin kısılması.
7.Bir günlüğüne bambaşka bir kadın olmak.
Ankara'da....
2.Uzun zamandır görülmemiş bir dostla rakı içmek.
3.Sürpriz mi emrivaki mi olduğu halen anlaşılamamış bir rastlaşmaya müteakip Fransızcadan nefret etmeye başlamak.
4.Çok alkol almak.
5.Alkol bulutuna hapsolmak.
6.Çok bağırmaktan sesin kısılması.
7.Bir günlüğüne bambaşka bir kadın olmak.
Ankara'da....
26 Şubat 2010 Cuma
TCDD İyi Yolculuklar Diler..
Eskişehir'i geçmiş bozkırda yol almaya devam ediyorum,kah uyuklayıp kah sarsılarak..
Ama sanıyorum ki tren seyahatinin güzelliği de bu olsa gerek.Kendi içinde durağan,dışarıdan bakınca sürekli devinen bir alem gibi. Evet evet aslında "alem"in ta kendisi gibi!
Korktuğum,korktuğum için de ertelediğim bir yolculuğu yapıyorum bu gece.Belki bir küsür senedir dinlemekten imtina ettiğim şarkılar dinliyor,sessizce eşlik ediyorum.Darmadağın olmaktan kaçmıyor,başını sonunu bedenim kadar ezbere bildiğim bir kaosa yürümekten çekinmiyorum.
Ardımda bıraktığım "el sallayan" değil bu gece."Geri döneceğim" de değil.Vuslat vaad etmeyecek kadar sahici..
Refakat...Ama en önemlisi "Liyakat". Hepsi bu. Daha fazlası asla değil...
Hayatın tümünü kucaklamak için bir vites daha yükseltmiş olabilir miyim acaba?Uzun zamandır tek boyutuna sarıldığım;aslında içinde vapurları,son anda yetişilen sinema seanslarını,şiirleri,sokakları,özensiz kaldırım taşlarını,karşıyı,perayı,rutubeti,kuraklığı barındıran hayatıma...
Özetin özetidir. Hoşgelmişim "hayatıma"...
Ama sanıyorum ki tren seyahatinin güzelliği de bu olsa gerek.Kendi içinde durağan,dışarıdan bakınca sürekli devinen bir alem gibi. Evet evet aslında "alem"in ta kendisi gibi!
Korktuğum,korktuğum için de ertelediğim bir yolculuğu yapıyorum bu gece.Belki bir küsür senedir dinlemekten imtina ettiğim şarkılar dinliyor,sessizce eşlik ediyorum.Darmadağın olmaktan kaçmıyor,başını sonunu bedenim kadar ezbere bildiğim bir kaosa yürümekten çekinmiyorum.
Ardımda bıraktığım "el sallayan" değil bu gece."Geri döneceğim" de değil.Vuslat vaad etmeyecek kadar sahici..
Refakat...Ama en önemlisi "Liyakat". Hepsi bu. Daha fazlası asla değil...
Hayatın tümünü kucaklamak için bir vites daha yükseltmiş olabilir miyim acaba?Uzun zamandır tek boyutuna sarıldığım;aslında içinde vapurları,son anda yetişilen sinema seanslarını,şiirleri,sokakları,özensiz kaldırım taşlarını,karşıyı,perayı,rutubeti,kuraklığı barındıran hayatıma...
Özetin özetidir. Hoşgelmişim "hayatıma"...
24 Şubat 2010 Çarşamba
Me & Myself

Hayatı şarkılar üzerinden yaşamak yerine uygun fon müzikleri seçmeye başladım kendime bugünden kelli.
Esas kız olup kaybolmuyorum artık portenin beş çizgisi arasında,vazgeçtim o "dramaqueen" hallenmelerimden.
Çok yürüdüm bugun.İstanbul'u isyan ettirecek kadar çok..Deniz,kara,toz,duman,kalabalık,keşmekeş,sonra tekrar deniz.Bitti ama yürüdüm bitti.
Geçip gittim tümünün içinden.
Patti Smith geçti içimden biraz,biraz Edith Piaf,biraz Sezen Aksu...
İçimdeki kadınlarla tanıştım,kavga ettim sonra da kucaklaştım...Sevmeyi öğrendim onları.Yara izlerimi sever gibi.
Hepsi benim çünkü!
Hepsi "BEN"im!
22 Şubat 2010 Pazartesi
"İncelikler Yüzünden"
Hayattan "marjinal fayda"yı almış olabilir miyim acaba?Hayır ağzımdaki tat her geçen an daha bir çamurlaşıyor da...
Sözün özü;
"Bang Bang" dinleyip uykuya dalasım var..Huysuzlanıp uyanmayasım var sonra.
Kaçak göçek sigara içip,izmaritleri saklayasım,boş Kadıköy sokaklarında yürüyesim var gecenin bir vakti.
Bir hafta evden çıkmadan filmlere,kitaplara boğulasım var.(La Boheme çalsın ama fonda!)
Var.
Daha bir sürü şey var.Yapılacak işler var.
Peki tüm bunların öznesi "var" mı? İşte orasını bilemiyorum...
Sözün özü;
"Bang Bang" dinleyip uykuya dalasım var..Huysuzlanıp uyanmayasım var sonra.
Kaçak göçek sigara içip,izmaritleri saklayasım,boş Kadıköy sokaklarında yürüyesim var gecenin bir vakti.
Bir hafta evden çıkmadan filmlere,kitaplara boğulasım var.(La Boheme çalsın ama fonda!)
Var.
Daha bir sürü şey var.Yapılacak işler var.
Peki tüm bunların öznesi "var" mı? İşte orasını bilemiyorum...
19 Şubat 2010 Cuma
Station Vagon..
Böyle mi deniyordu? Hani şu arka koltuğun arkasında geniş üç oda bir salon bagajlar bulunan "aile " otomobillerine?
Hah işte tam onlar..Pazar günü ritüellerimiz vardı bizim,Ege'nin yüksek taraflarında bir kasabada yaşardık o zaman. Güzeldi ama!Evde huzursuz dışarıda mutluyduk."Dostlar alışverişte görsün"dü en kallavi veciz sözümüz.
İşte o kenarda kalmış kasabanın yine kenarda kalmış ama müthiş mesire yerleri vardı ve pazar günü,hafif yanmış et ve is kokularının peşinden gidilirdi oralara maaile...
Mevzubahis,tuhaf "bagaj"da yolculuk ederdim inat ve ısrarla..Neymiş geriye bakarsam midem bulanırmış.Annem öyle söylerdi.
Cisimler küçülür geriye bakarken,insan algısı yavaşlamakla hızlanmak arasında gider gelir..Bir garip vertigo haline kadar varır abartan bünyeler..
15 yıl sonra. Ben yine elimde bir tutam siyah saçımla kendi kendime bıyık yaparken o bagajda oturuyorum..Görüntüler küçülüyor.Yüzler silikleşiyor.
Annem haklıymış.
Midem bulanıyor.
Hem de çok bulanıyor.
Hah işte tam onlar..Pazar günü ritüellerimiz vardı bizim,Ege'nin yüksek taraflarında bir kasabada yaşardık o zaman. Güzeldi ama!Evde huzursuz dışarıda mutluyduk."Dostlar alışverişte görsün"dü en kallavi veciz sözümüz.
İşte o kenarda kalmış kasabanın yine kenarda kalmış ama müthiş mesire yerleri vardı ve pazar günü,hafif yanmış et ve is kokularının peşinden gidilirdi oralara maaile...
Mevzubahis,tuhaf "bagaj"da yolculuk ederdim inat ve ısrarla..Neymiş geriye bakarsam midem bulanırmış.Annem öyle söylerdi.
Cisimler küçülür geriye bakarken,insan algısı yavaşlamakla hızlanmak arasında gider gelir..Bir garip vertigo haline kadar varır abartan bünyeler..
15 yıl sonra. Ben yine elimde bir tutam siyah saçımla kendi kendime bıyık yaparken o bagajda oturuyorum..Görüntüler küçülüyor.Yüzler silikleşiyor.
Annem haklıymış.
Midem bulanıyor.
Hem de çok bulanıyor.
28 Ocak 2010 Perşembe
Vahşet Tanrısı.

Çocukları kavga etmiş olan iki aile “medeni bir uzlaşmaya varmak” istemektedir. “Kibarca” konuşmaya başlarlar aralarında. Ama sonunda kıyamet kopar. Çünkü hayatları farklı mutsuzluk biçimlerinden oluşan bu dostlarımız şu gerçeği bilmiyorlardır: İnsan aşkı ve evliliği hayalleriyle –yeteneğiyle- yaratır ve karakteriyle mahveder.Karakter kaderdir !
-------------------------------------
Bu sinopsisle özetlenmiş bir oyun Vahşet Tanrısı. Çok iddiali drama öğeleri barındırıyor gibi görünse de,aslında izleyiciyi çok güldüren,her repliğiyle anında reaksiyon almayı başaran ve anlık oyunlarla afallatıp kişiye gerçeğini sorgulatan bir oyun.
Atılan o kadar kahkahanın ardından "Ulan niye güldük ki bu kadar,berbat durumlar bunlar!" deme ihtimaliniz yüzde 95. Paranoyalara gark olup eşinizden,dostunuzdan,sokaktaki insandan işkillenme ihtimaliniz de cabası.
Gayet olağan bir çocuk kavgasına müteakip yaşanan ebeveynler çatışmasının 21.yüzyıl Fransa'sında yaşanmasının bir hiç önem arz etmemesi,kadın denen varlığın inanılmaz hırsı,erkeğin kadınına tahakküm edemeyişinin acısını iş hayatından çıkarır halleri ve çift olarak "yalnızlaşmak"... Sanırım oyunun sonundaki hafif şaşkın ama bir o kadar algıları açık halim,yıllardır öğretilen "birlikte yaşlanma","dünyaevine girme","bir yastıkta kocama" gibi sevimli ifadelerle süslenen evlilik olgusunun tüm dünyada ve tüm insanlar için müşterek bir şablon üzerinden oynanan bir oyun olduğu gerçekliğiyle sarsılmaktandı..
Zafer ALGÖZ'ün kendi içinde çatışan dengesiz halleri,Zerrin TEKİNDOR ve Ülkü DURU'nun kendilerine biçilmiş rolleri giymek zorunda bırakılmış histerik durumları,İşdar GÖKSEVEN'in aşırıya kaçan kabullenmiş işkolikliği adeta gerçekti.
Gidiniz izleyiniz efendim.
24 Ocak 2010 Pazar
The Wonderful Wizard Of Oz

aslan: herşeyden korkuyorum gölgemden bile, haftalardır uyuyamıyorum.
korkuluk: koyun saymayı denesene?
aslan: ooo hayır, olmuyor çünkü koyunlardan da korkuyorum.
20 Ocak 2010 Çarşamba
19 Ocak 2010 Salı
"uğraş didin,farklı şeyler yapmak için..."
"Yine karanlık bir salı,yine plaza katlarında sıkışmış,özgürlükleri ceplerindeki kredi kartlarının limitiyle sınırlandırılmış gençten insanlar" diye başlayacak halim yok bu yazıya.
Dışarıda kar yağıyor(muş).Şu an memleketimin en önemli en iddialı meselesi bu.Hatta şimdiden "Karın iki yüzü","Beyaz Çile" şeklindeki eski fotoroman adlarını anımsatan haber başlıklarını görür gibiyim(Anti Klişe Timi duruma müdahele etmeli, evet!)
Fona bir şarkı lazım kesin..İyi bir şarkı olmadan nihayete eremeyecek gibi bakıyor bugün bana...
yüzünü dökme küçük kız
bırak üzülmeyi
yalnız sen misin bir düşün
unutan sevilmeyi
her siyahın bir beyazı
gecelerin gündüzü de vardır
yüzünü dökme küçük kız
kızma onlara
yalnız sen misin bir düşün
zincir oranda buranda
her tutsağın bir kaçışı
uykunun uyanışı da vardır
yüzünü dökme küçük kız
yaşamın anlamını bul
sonra dinle kendini
yolunu bil
her siyahın bir beyazı
gecelerin gündüzü de vardır
Dışarıda kar yağıyor(muş).Şu an memleketimin en önemli en iddialı meselesi bu.Hatta şimdiden "Karın iki yüzü","Beyaz Çile" şeklindeki eski fotoroman adlarını anımsatan haber başlıklarını görür gibiyim(Anti Klişe Timi duruma müdahele etmeli, evet!)
Fona bir şarkı lazım kesin..İyi bir şarkı olmadan nihayete eremeyecek gibi bakıyor bugün bana...
yüzünü dökme küçük kız
bırak üzülmeyi
yalnız sen misin bir düşün
unutan sevilmeyi
her siyahın bir beyazı
gecelerin gündüzü de vardır
yüzünü dökme küçük kız
kızma onlara
yalnız sen misin bir düşün
zincir oranda buranda
her tutsağın bir kaçışı
uykunun uyanışı da vardır
yüzünü dökme küçük kız
yaşamın anlamını bul
sonra dinle kendini
yolunu bil
her siyahın bir beyazı
gecelerin gündüzü de vardır
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)