25 Ocak 2011 Salı

İki "Polis Devleti" Arasındaki Farkı Bulunuz.




Bambaşka bir coğrafyadan, bambaşka bir gözle baksan neredeyse "aynılık" derecesinde benzer iki ülke, iki kültür Türkiye ve Yunanistan.

Bizde Istanbul, onlarda Atina.Bizde İzmir, onlarda Selanik. İsimler, sesler, melodiler, hatta yemekler; sanki hepsi bir diğerinin muadili gibiler.


Elbette bu yazıyı Türkiye'de, her hangi bir diplomatik gelişme kaydedemediğimizden olsa gerek son 30 yılın diplomatik gündemini işgal eden "Türk - Yunan İlişkileri" ile temellendirecek değilim. Benim meselem bambaşka.

Geçtiğimiz Ekim-Kasım aylarından bu yana haber bülteni izleyemez,gazetelerdeki Türkiye sayfalarını transit geçer oldum. Zira genç yaşıma rağmen tüm bunları kaldıramadığım kanısına vardım.Erken bir bıkkınlık emaresi olarak göründüğünün farkındayım ama "Demokrasi" için duaya çıkacak kadar da gerçeklik duygumu yitirmedim.

Bir gün gözümü açtım İstanbul'da, 19 yaşında hamile bir üniversite öğrencisinin polis tarafından dövülerek bebeğini düşürdüğünü, diğer bir gün Ankara Üniversitesi SBF'nin örgütlü bir hükumet karşıtı protestoya sahne olduğunu, başka bir gün ise ülkenin en büyük futbol kulüplerinden olan Galatasaray'ın ev sahipliği (!) yaptığı TT Arena'nın açılışında taraftarların Başbakan'a olan tepkilerini açıkça dışa vurduğunu; müteaddit defalarda ise çocuk denilecek yaşta canların polis tarafından katledildiklerini gördüm... (Bkz: Uğur Kaymaz, Baran Tursun ve daha niceleri...)

Genç nüfusun muhalif tavrı ve son zamanlarda sonucu olup bitenler umut verici şeyler şüphesiz.Ancak öte yandan, tüm bu tavırların ortak noktası; hiç bir hukuki yaptırıma dayanmaksızın sindirilip, iktidardan gelen okkalı bir "Osmanlı Tokadı" ile o dakika yerle yeksan edilmeleri!

Dönüp bakıyorum bir de Atina semalarına; 2008'in Aralık ayında, 16 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos'un polis kurşunuyla katledilişinin ardından iyice alevlenen, ortalığı toza dumana katan, "haklı bir anarşiye" boyayan olaylara...
Yunanlı gençler önlerine konan her şeyi yemediklerini gösterirken Dünyaya, 16 yaşında bir çocuğu kurban vermişlerdi devlet eliyle silahlandırılan katillere. Arkasından ağlamakla kalmayıp, Alexis’in soldurulan nefesini kitlelere duyurmak görevini de üstlenmişlerdi yüreklice.
Peki ya sonrası? Büyük bir "devrim" olmasa da, tüm dünyaya "Kardeşimsin Alexis" söylemini kabul ettirerek,ciddi bir "devinim" sağlandığı su götürmez bir gerçek.

Üstelik "Cüretkar Komşularımız"ın ilk vukuatı da değil bu.
Hızla artan işsizlik rakamlarına, düştükçe düşen milli gelire, bitmek bilmeyen resesyona; kısacası bizlerin "Kriz var işler durgun.Düzelir İnşallah" deyip geçtiğimiz bir ekonomik buhrana tepkilerini yine "sokağa çıkarak" dile getirdiler, getirecekler.

Çünkü onlar, "Demokrasinin Mucidi" atalarının kurduğu; bugün hala uyuşmazlıkları çözmek için başvurduğumuz normatif hukuku,halkların kaderlerini belirleyen "parlamento"ları, oy hakkını, felsefeyi, tiyatroyu hatta sporu hayatımıza sokan; Site Devletleri olarak da bilinen "Polis* Devletleri"nden bu yana, doğrudan söz söyleme haklarından vazgeçeceğe benzemiyorlar.

Bizse,Cumhuriyet'in İlanı sürecinde bir süreliğine ara verip şimdilerde yine körü körüne bağlandığımız "Tebaacılığımız" ve sessiz rızalarımızla yarattığımız bir "Polis** Devleti"nde susmaya, yıllardır derinimize nakşedilen “Polis Korkusu“ ile söz söylemeden var olmaya devam ediyoruz.

“Polis”ten, “Polis”e; "Demokrasi"den "Demokrasi"ye fark var. Öyle değil mi?




*Antik Yunan. Şehir./ (Bkz: Site Devletleri)
**Tr. Asayişten sorumlu resmi kolluk kuvveti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

AHKAM KES!