19 Ocak 2011 Çarşamba

İyi Polis, Kötü Polis: "Ve Behzat Ç'nin yolu Hrant'la kesişir..."


Malumunuz bir Behzat Ç. fenomenidir gidiyor.

Başta klasik Türk televizyon izleyicisinin, "vasata nazır" zannettiği bir polisiye yapım olarak hayatımıza girdi "Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi". Ama ne hikmetse derhal kendi kemik kitlesini oluşturuverdi.

İşin matematiği çok karmaşık değil bence.Zaten evvelden beri kafa yormaz mıyız şu "İyi Polis,kötü polis" meselesine? Hatta iyi olanına uluorta alkış tutarken, kötü olanın serseriliğine karşı içten içe beslediğimiz sempatiyi de onu yüksek sesle kınayarak bastırmaya çalışmaz mıyız bazı bazı?
İşte Ankaralı Yazar Emrah SERBES'in yarattığı Behzat Ç. de tam bu ağır ikilemin ortasında, dimdik duran bir karakter.

Kaybettikleri, vazgeçtikleri, yanından öylece geçip gittikleriyle, kelimenin tam manasıyla "tuhaf" bir adam Behzat.Su niyetine içtiği Tekel Birası'nı, tespihini ve Gençlerbirliği'ni saymazsak, kolay kolay iptila etmiyor hiç bir şeye. Eyvallahı da yok kimseye.
Huysuzun teki belki ama merhametli.İyi içiyor, iyi küfrediyor, iyi ağlıyor.Ama en önemlisi kendini iyi gizliyor. Bütün bunları aynı vücuda getirebildiği için de seviliyor, benimseniyor Behzat,ruhtaki karmaşanın aynası minvalinde.

Kısacası "İyi Polis" - "Kötü Polis" klişesine esaslı bir gönderme Behzat Ç.


Dizinin, Hrant Dink Cinayeti'ne selam çakan 16. bölümünde, teşkilat içinde olan biten her pisliği en ince detayına kadar öngörüp "gerçek katiller"i bulmaya azmeden, elinde telsizle geldiği anma töreninde polis kimliği nedeniyle ötekileştirilen, sevdiği kadının karşısında bir anlığına boynu bükülen "İyi Polis" Behzat; faillerinin üzerinde sistematik biçimde çalıştığı,tasarladığı,fakat fiili icra etmeyip sessizce rıza göstererek fitilini ateşlediği bu "tekil katliam"ın takipçisi oluveriyor.

Refleksleri en kuvvetli duyguları, sırtlarını cehalete dayayarak sömüren bu "steril katiller"in, hastalıklı ideolojileriyle oya gibi işledikleri bir toplumsal travmanın tam ortasında, milletçe kaybettiğimiz "sağduyu"nun, "vicdan"ın metaforuna dönüşüyor.



Bölümün sonunda yüzümde nedensiz bir umut ve gurur ifadesi asılı kalsa da, bu tip bir olayın güzel ülkemde yalnızca cüretkar öykücülerin elinden çıkabileceğini bilmenin burukluğunu yaşıyorum...Ve düşünüyorum;

Yukarıda bahsi geçen vicdan,yukarıda bahsi geçen basiret 4, hatta 44 yıldır(6-7 Eylül Olaylarına dönünce daha bile eski olduğunu görüyorum) yok. Uğramadı henüz semtimize.

Olmayan bir kaç şey daha var;
4 yıldır Hrant yok. 4 yıldır adalet yok. Kendi vatanında, kendi semtinde eliyle,emeğiyle kurduğu gazetesine dahi "Güvercin Tedirginliğinde" giden güzel adamı, 4 yıldır yüzüstü yattığı "o" kaldırımdan kaldıracak bir Allahın kulu yok...

Kötü haber; ne Hrant'ı geri getirecek bir ağıt, ne de Behzat Ç. gibi, yüreklerimizi soğutacak bir "hayata karşı işlenmiş suçlar" uzmanı maalesef yok... Her geçen gün birini daha yitirdiğimiz bir avuç önyargısız,tertemiz zihnin "düş bahçeleri"ni saymazsak tabii...