30 Mart 2011 Çarşamba

Bizim Büyük Çaresizliğimiz


O akşam yemeğini, tartışmamız hep olduğu gibi kucaklaşmayla bittiğinde, mutfaktaki masada yan yana yemiştik, birbirimizi dirsekleyerek.Bana iki lokmamda bir yemeğin güzel olup olmadığını soruyordun, her zamanki gibi.

Seninle ben Çetin; gücümüzü, güzelliğimizi, canlılığımızı, küçük yaşantıları sabırla tekrar etmekten alıyoruz. Ne kadar çok şeyi tekrar ettiğimizin, bundan nasıl bir haz aldığımızın farkında mısın? Yirmi üç yıldır, lisedeyken sizin memleketten gelen kavurmaya ilk kırdığın yumurtadan bu yana, yaptığın yemeklerin nasıl olduğunu, o yemeği yerken, hazmederken, son bir kez de tuvalete giderken defalarca sorarsın.
Tuvaletten çıktıktan sonra da, "nasıl geçtiğini" ayrıntılı bir biçimde sorarsın ama şimdi buna girmeyelim.) İstanbul'da sizde kaldığımda yere serdiğin yatakta rahat uyuyup uyumadığımı, balıklama atladıktan sonra atlarken bacaklarımı kırıp kırmadığımı, sevgilini beğenip beğenmediğimi onlarca kez sorarsın. Yanıtlarımla da yetinmez, "Gerçekten mi?" dersin, "Ciddi misin?" ya da "Yemin et!" bir kez daha onaylatmak istersin.

Sana bütün soruların için tek bir yanıt vermeye kalkışmak, "Söyledim ya!" diye kestirip atmak ne kaba ve aptalca bir davranış olurdu!Tekrarın ve hayatın güzelliğini reddetmek olurdu. Hayat tekrardan ibarettir çünkü. Hayatın gücü tekrarın gücüdür. Günlerin, ayların, mevsimlerin gücü. Tabii bir de şiirin. Şiirlerin tekrar eden dizelerinin gücü. Dinlere ne demeli? Hindu'nun mantrasını tekrar etmesi, Müslüman'ın tespih çekmesi ve senin "Yemek güzel olmuş mu?" diye sorman...

24 Mart 2011 Perşembe

Benim Sevgili Kaleydoskop'um!


Ve nihayet "Şeb-i Yelda" sona erer... Nevruz ateşleri yanmaya başlar yürekte.

-----------

Öyle devasa varillerden yükselen yanmış lastik kokusu gibi geniz yakanından değil de, çıtır çıtır yanan tahta parçalarının yaydığı hafif isli-tatlı koku misali yanan ateş canımı da beraberinde yakıyor.Canım kanıyor ama kanadıkça arınıyor.Ruhumun tıkanmış kılcallarına, hayat zerk ediyor.

Demem o ki "provokatif" bir neşe hali değil derinimden gelen.En vakur halimle duruyorum ateşin başında; yüzümde irili ufaklı kızıl yansımalar, etrafımda çığlık çığlığa konuşan insanlar...
Orada öylece bekliyorum, tizden şarkılar yükselirken göğün göğsüne.

Sonra "O" geliyor."Buyur otur, yorulmuşsundur." demek istiyorum.Gelip oturuyor tereddütsüz. Yorgun bakıyor,güzel bakıyor.Yüzüne, çizgilerine yerleşmiş; yazıyla "YirmiBeş" asırdır beklediğim "o" müstehzi tebessümüyle.

Ve nihayet bahar geliyor şehrime.Çilek kokulu, biraz serseri ama akıl baliğ bir çocuk gibi bahar geliyor içime.O'nunla birlikte...



--------------